Merak Kabineleri #17
Konuk yazar: Kübra Aycan Gelekçi'den "Hallett Ödülü Aracılığıyla Sanat Piyasası ve Müzeler Üzerine Düşünmek"
ÖZET
Şubat ayının ikinci yarısından herkese merhaba!
Ayça ile tezlerimize gömüldüğümüz bu ayda, yerel ve uluslararası müze-sanat olaylarını takip etmeyi tabii ki bırakmadık ve gündemin nabzını tutmaya devam ettik.
Konuk yazarımız Kübra Aycan Gelekçi de çok güzel bir inceleme yazısı ile sizlerle.
Sonraki bültende görüşmek üzere!
GÜNDEM
Müzeler bizi iyileştirebilir mi sorusunu konuştuğumuz podcastimizde, yoga uygulamasını örnek verdiğimiz Sakıp Sabancı Müzesi, “Sanatın İyileştirici Gücü, Sanat Terapisi ve Sanatla Klinik Dışı Uygulamalar” başlığıyla, Sanat Terapisi ve Sanatla Klinik Dışı Uygulamalar adlı bir programa başlıyor.
Uluslararası Müzecilik Derneği, 26 Şubat’ta Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi’nde IAM Archaeology and Museology Education Days adlı bir etkinlik düzenliyor.
Ne kadar uğraşsak da bültenin bu sayısında yine Trump’tan bahsetmek zorundayız. Trump, başkan seçilmesinin ardından ilk iş olarak “Ending Radical And Wasteful Government DEI Programs And Preferencing” başlıklı bir konuyu yürürlüğe koydu. Buna göre, devletin parasını “yiyen” gereksiz uygulamalar (ki bunlara müzelerdeki diversity, equity, access and inclusion programları da dahil) sonlandırıldı. Gerçekten söyleyecek söz bulamadığımız bu gelişmeye, herkes gider Mersin’e bunlar gider tersine gibi bir tepki verebiliyoruz ancak.
Erimtan Müzesi 26 Şubat’ta Bor Sanat işbirliğiyle Fikret Mualla’yı Ankara ile buluşturacak. Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ başlıklı sergi eminiz ki çok keyifli olacak.
Forbes Dergisi, 29 Ocak 2025’ta "Türkiye'nin Gizli Kalmış 10 Harika Müzesi" listesini yayımladı. Listede birinci sırada Baksı Müzesi var.
PERSPEKTİF
Hallett Ödülü Aracılığıyla Sanat Piyasası ve Müzeler Üzerine Düşünmek
Sanat piyasası ve müzeler arasındaki ilişki, rasyonel bir makyajla sunulan iş birliği ve gerilim arasında konumlanıyor. Finansal bir enstrüman olarak neredeyse her gün yeni bir müze açılıyor. Hakikat sonrası çağın estetiği Kant’ ı geride bırakmış, kar-zarar tabloları ve gösterişi ön plana çıkarmış gibi görünüyor. Bu teşhirde seyirci bir tanıklık, sorumluluk ya da tartışma yerine deneyime davet ediliyor, ne düşündüğü pek önemsenmiyor ve başarı sayılarla ölçülüyor. Rafine bir oyun alanında sermaye kendini temize mi çekiyor? Piyasanın alternatif para birimi neyle takas ediliyor? (1)
Böylesi bir mizansende müzeler yeni eserler edinerek ve büyük koleksiyonlara sahip olarak kurum prestijini artırma niyetinde. Bir yandan da kültür ve sanatın korunması, arşivlenmesi ya da kamuya açılması gibi çeşitli misyonları üstlenmeleri gerekiyor. Sanatın bir değişim ve yatırım nesnesi olduğu statükocu bir piyasaya temas eden müzeler için bunları gerçekleştirebilmek pek kolay değil. Dolayısıyla müzeler, kamusal işlevlerini sürdürebilmek ve koleksiyonlarını genişletebilmek için kaynak yaratmak zorunda. Ancak bu kaynakları yaratmak, gelirleri genellikle bağış ve kamu fonlarına dayandığı için zorlayıcı. Bu noktada farklı bütçe kanalı arayışları devreye giriyor; sponsorluklar, özel fonlar ve satın alma ödülleri aracılığıyla müze ve sanat piyasası ilişkilerini ören güç dinamikleri oluşuyor.
2016 yılında verilmeye başlanan Hallett Indepented Acquisitions Award böyle bir atmosferin örneği. Bu yıl kazananı 19 Mart’ta açıklanacak olan Hallett Ödülü, İngiltere sanat kurumlarına Londra Orijinal Baskı Fuarı'nda (LOPF) baskı satın almaları için 8.000 £’luk bir hibe veriyor. (2) Bu finansal destek, müze ve galeri küratörlerinin sınırlı bütçelerini tüketmeden koleksiyonlarına eser eklemeleri için bir teşvik. Ödül, özellikle müzelerin durgunluğunu sanat piyasasındaki hareketliliğe entegre edebilmek için bir fırsat olarak sunuluyor. Müzeler, orijinal baskılara odaklanarak nispeten uygun fiyata eser alabiliyorlar.
Ödül ayrıca kısa listeye giren küratörler için bir otel konaklaması dahil ederek “ağ kurma fırsatlarını” teşvik ediyor. Böylece sanatçılar, galeriler ve küratörler birbiriyle etkileşim kuruyor; genellikle bağış, sponsorluk ve iş birliği projeleriyle sonuçlanan ortaklıklara olanak sağlanıyor.
Sanat piyasası ve müzeler arasındaki boşluğun kapatılarak çağdaş eserlerin müze koleksiyonlarına dahil edilmesi önemli. Fakat bu gibi ödüllerin işlevi tam olarak ne? Sanatçıların demokratik bir şekilde üretip yaşayabilmeleri, müze koleksiyonlarına dahil olabilmeleri ve daha görünür olabilmeleri için bu tür teşviklerin önemli olduğu söyleniyor. Aynı zamanda kurulacak yeni ağlarla, müzelerin bulunduğu şehirlerde kültürel katılımın artması ve farklı müzelerle kurulacak iş birlikleri sayesinde kültürler arası diyaloğu ve ekonomiyi canlı tutacak bir atmosfer oluşturduğu da belirtiliyor.
Peki müzeler gerçekten misyonlarıyla uyumlu olan işleri mi satın alıyor yoksa finans kapital tarafından yönlendirilen sanat piyasasında basitçe erişilebilir ve onaylanmış olanı mı?
Bu sorunun ucu sanat dünyasında kendine oldukça geniş yer bulan etik tartışmalarına değiyor. Burada da diğer piyasalarda olduğu gibi etik, sermaye uğruna çoğunlukla görmezden gelinir. Öyle ki; müzeler itibar zedelenmesine rağmen etik dışı kabul edilen kaynaklardan fon almaya devam ediyor (3), bir gün bir müze özür dilemek için çaldığı eserleri ait olduğu ülkeye geri gönderirken (Bültende ve podcastinde bahsedilen Dahomey’i tekrar hatırlatmak isterim (4)) ertesi gün başka bir müze Afrika eserleri satın almanın stratejik öneminden ve değerinden bahsedebiliyor. (5) Yahut özgürlük ideali naralarıyla bezeli bu spekülatif zeminde müzeler sanatçılardan eser bağışlamalarını talep edebiliyor. Tüm bunlar piyasanın belirlediği değerler hiyerarşisini yeniden üretirken, bir yandan müze koleksiyon politikalarını şekillendiriyor, bir yandan da sanatçının emeğini görünmez kılan ve ekonomik güvencesizliğini pekiştiren bir sistemin parçası haline geliyorlar. Sanat eserinin meta konumundan çıkarılıp kolektif hafızaya dahil edildiği iddialarıyla süslenen bu yapı, sanatçıyı görünmez kılarken müzeleri piyasanın çarklarına göre hareket eden ve toplumsallıktan uzak bir kurum haline getiriyor.
Müzelerin satın alma stratejileri sanat piyasasının dinamikleriyle hizalandıkça piyasa tarafından belirlenen estetik ve ekonomik yönelimlerle belirlenme riski taşıyor. Bir diğer ifadeyle, pazarlama değeri yüksek eserler tarihi ya da kültürel değeri yüksek olanların yerini alıyor. Hallett Ödülü’nün müzeleri, galerilerin ve satıcıların eserlerini sergilediği ve sattığı ticari bir etkinlik olan Londra Orijinal Baskı Fuarı'na (LOPF) katılmaya teşvik ettiği bu dinamik; küratöryal bağımsızlıktan ziyade piyasa eğilimleri veya satıcı tercihlerinden etkilenen satın almalara öncelik vermeye yönlendirebilir. Dolayısıyla ticari çıkarlar müze özerkliğinin önüne geçebilir. Sanat fuarlarına ve özel sponsorluklara bu tür bağımlılıklar, müzelerin piyasa dalgalanmalarına veya özel sponsorların değişen önceliklerine karşı savunmasız olduğu güvencesiz bir finansman modeline yol açıyor.
Georgina Adam Dark Side of the Boom adlı eserinde şu soruyu soruyor: Kamusal kültürel hedeflerle piyasa misyonları arasında nasıl bir denge kuruluyor ya da kurulacak mı? (6) Tam bu noktada piyasa merkezli teşvik mekanizmalarının uzun vadede müzeleri nasıl dönüştürdüğünü sorgulamak gerekiyor. Bu tür finansal destekler müzeleri, kültürel çıkarlara hizmet etme niyetiyle bağlantılı olabilecek kamu fon ve hibelerinden uzaklaştırıp özel pazarlara bağımlı hale getirebilir. (7)
Ayrıca bu tür fon ve ödüllerin erişimleri, doğaları gereği sınırlıdır.
Hallett Ödülü örneğinde ödülün kapsamı Birleşik Krallık kurumlarından oluşan belirli bir grupla sınırlı. Bu da birçok küçük veya bölgesel müzeyi ödülün kapsamı dışında bırakıyor. Niş bir alana (orijinal baskılar) odaklanma ve LOPF'e katılmak için lojistik gereklilik, sınırlı personel, seyahat bütçesi veya baskı pazarı hakkında yetersiz bilgi gibi durumlar birçok kurumu yine dışarıda bırakıyor. Bu tür ödüller ağırlıklı olarak güçlü bağlantıları olan büyük müzelere hitap ediyor ve daha az kaynağa veya sanat pazarına kısıtlı erişimi olanları dışlıyor.
Bir diğer yandan bu gibi ödüllerin dağıtımında şeffaflık eksiklikleri olduğu da gündeme gelen konulardan. Kazanan kurumların seçilmesine ilişkin kriterler ve fonların nasıl tahsis edileceği çok daha şeffaf süreçlerden geçmeli. Ödülün istemeden de olsa daha büyük veya halihazırda iyi bağlantıları olan kurumları kayırarak bir tür nepotizm yaratma riski var.
Alternatif Bir Model Olarak Paylaşım Ekonomisinin İmkanları
Piyasa merkezli finansman modellerinin bir alternatifi olarak ortaya çıkan paylaşım ekonomisi tüm dünyada yeni bir çözüm olarak gündemde. Model, enflasyon ve gelir eşitsizliklerinin giderek arttığı politik istikrarsızlıkların bir getirisi olsa da küçülmemiz gereken günümüz dünyası için oldukça önemli.

Müzelerin, kaynakların daha etkin kullanımını amaçlayan paylaşım ekonomisi modellerini benimsemesi, koleksiyonlarını genişletmek ve kamusal faydalarını artırabilmeleri için bir araç olarak kullanılabilir. Art Basel 2024 Aralık ayında “A sharing economy: New models in museum acquisitions” isimli bir konferansla bu konuyu tartışmaya açtı. (8) Modelin temelinde eserlerin ortak satın alımları, kolektif yönetilmeleri, ödünç verme sistemleri gibi uygulamalar yer alıyor. Bu sayede küçük ve orta ölçekli müzelerin de farklı eserleri, büyük kurumların tekeline girmeden koleksiyonlarına alabilmeleri, eserlerin daha geniş izleyici kitlesine ulaşabilmesi, finansal yükün paylaşılarak piyasa baskısının azaltılması amaçlanıyor.
Müzeler, piyasayla kurulacak ilişkinin faydalarını ve zorluklarını dengelemek için kurulacak ortaklıklara çeşitli yönerge ve modellerle yaklaşabilir. Şeffaflığa ve etik standartlara öncelik vermek, ticari baskıları hafifletmeye yardımcı olurken satın alımların kurumsal değerlerle uyumlu olmasını sağlayabilir.
Hallett Ödülü gibi programlar, sanat piyasası ve müze ilişkilerinde bir tür oryantasyon pozisyonunda. Bu pozisyonlar yeni modellerle şekillendirilerek ve müzeler tarafından demokratik talepler gündeme getirilerek, zor zamanlarda dahi kültürü koruma ve paylaşma misyonu sürdürülebilir. Müze ve sanat piyasası arasındaki iş birliklerinin kamu yararına hizmet etmesini, canlı ve kapsayıcı bir kültürel manzarayı teşvik etmesini sağlamak için eleştirel yaklaşımı korumak önemli.

Sanat piyasası ile müzeler arasında, güç dinamiklerinin gölgesinde belirlenen bu bağlantıda, çeşitli finansal araçlar bir köprü kurmaya çalışsa da bu köprüler sağlam temellere dayanmıyor. Müzeler, tarihsel anlatıları şekillendiren ve kültürel belleğin taşıyıcılığını yapan kurumlar olarak, piyasa dalgalanmalarına ve statükoya kapılmadan özerk varlıklarını sürdürebilmeli.
Paylaşım ekonomisi gibi alternatif modeller, sanatın yalnızca yatırım nesnesi değil, kolektif bir miras olduğunu hatırlatabilir mi? Yoksa günün arzusuyla müsemma, insanları etkileşim ve sürükleyiciliğe davet eden bir deneyim odaklılık ekseninde, piyasanın nabzına göre atan müze anlayışı kaçınılmaz mı? Yanıt her ne olursa olsun, kültür ve sanatın geleceği onların kimin için korunduğuyla şekilleniyor. Gerçeğin her an kayganlaştığı böylesi bir düzlemde, antagonist ve dönüştürücü arayışların izini sürmekte ısrarcı olmak, normlara direnen çoksesli bir pratiğin koşulu olacaktır.
Referanslar
1. Steyerl, H. (2016) “If You Don’t Have Bread, Eat Art!: Contemporary Art and Derivative Fascisms” , e-flux journal #76 – October 2016.
4. https://merakkabineleri.substack.com/p/merak-kabineleri-12
5. https://toledomuseum.org/news/strategy-chess-and-how-african-art-influences-the-world
6. Adam G (2018) Dark Side of the Boom: The Excesses of the Art Market in the 21st Century. London: Lund Humphries.
7. Findlay, Michael. 2012. The Value of Art: Money, Power, Beauty. London: Prestel
8. https://www.artbasel.com/stories/a-sharing-economy-new-models-in-museum-acquisitions
Kübra Aycan Gelekçi
TIRNAK İÇİNDE
Kültürün Özelleştirilmesi: 1980'ler Sonrasında Şirketlerin Sanata Müdahalesi
Bireyin kişisel bir düzeyde sanatını ortaya koyma hakkını kullanmasını sağlayan sanatsal ifade özgürlüğü, muazzam sermaye sahibi iş adamlarının çok daha dünyevi amaçlarının peşinde koşmak için gerek duydukları özgürlükten tümüyle farklıdır.
Chin-tao Wu, Kültürün Özelleştirilmesi'nde sanatın 1980'lerden sonra tırmanan "işletmeleşme" sürecini araştırıyor. Küresel şirketlerin denetimine giren sanat, bu şirketlerin tanıtım, yayılma ve iktidar stratejilerinde kullanılan bir araca indirgeniyor. Chin-tao Wu, bu indirgemenin altında yatan toplumsal, hukukî, örgütsel süreçleri inceliyor.