
(Ortalama Okuma Süresi: 4-5 dk)
0.ÖZET
Yılın son ayının ilk bülteniyle ve ona paralel bir temayla ele aldığımız podcastimizle sizleri selamlıyoruz. Bu sayıda yine birbirinden farklı konuları ele aldık. Gündem’de Türkiye’den açılması planlanan bir müze haberi ile Avrupa ve Amerika’da yaşanan bazı tat kaçırıcı haberleri aktardık. Dosya konumuz ise MUBI’de 13 Aralık’ta gösterime girecek olan DAHOMEY adlı belgesele kolonizasyon kavramı çerçevesinde farklı bağlamlarda ele aldığımız bir inceleme/beyin jimnastiği. Tırnak İçine ise DAHOMEY filmini aldık. Anlayacağınız o ki filmi ısrarla öneriyoruz.
Sonraki sayıda görüşmek üzere.
1.GÜNDEM
Geçtiğimiz bültenlerde Uluslararası Tiyatro Müzeleri Buluşması etkinliğiyle gündeme taşıdığımız Türkiye Tiyatro Vakfı, Türkiye’nin ilk tiyatro müzesi için çalışmalara başlamıştı. Bu çalışmalar bağlamında başlayan Türkiye Tiyatro Müzesi Mimari Projesi Öğrenci Fikir Yarışması 10 Aralık’ta sonuçlanacak ve ödül töreni yapılacak. Yarışmanın sergisi ise 9-10 Aralık tarihleri arasında Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Yerleşkesi Mimar Sinan Salonu’nda ziyarete açık olacak.
EMF (European Museum Forum) tarafından her yıl düzenlenen The European Museum of the Year Award (EMYA) ödülleri için bu yıl Türkiye’den üç müze aday gösterildi. İstanbul Modern, İş Bankası Resim Heykel Müzesi ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin aday olduğu ödülün kime gideceği ise 24 Mayıs 2025’te açıklanacak.
Gün geçmiyor ki Trump bir şekilde timelineımıza düşmesin. Bu hafta ise Miami’de Scope Sanat Fuarı organizatörlerinin, fuara katılan galerilerden birinde sergilenmekte olan Trump portresinin kaldırılmasını istemesiyle gündemimizde. Galeri sorumlusunun aktardığına göre, fuar organizatörleri, fuarın açılış günü olan 3 Aralık’ta ziyaretçilerin gözü önünde eserin kaldırılmasını talep ettiler. Fuar yetkilileri bu taleplerinin sebebini; “L. Kotler Fine Art'tan, yalnızca ilgili eser değil, birden fazla eseri kaldırmaları veya yeniden asmaları istendiği çünkü bu eserlerin başvurdukları dosyadaki eserler olmadığı ve eserlerin tüm galerilerin uymak zorunda olduğu talimatlara uygun şekilde yerleştirilmediği” şeklinde açıkladılar.
Sanmayın ki bütçe kısıtlamalarında sadece Türkiye’de önce kültür-sanat gözden çıkarılıyor. Bu her yerde böyle gibi. Berlin Senatosu’nun yaptığı açıklamaya göre 2025 yılı bütçe planlarında kültür-sanat için ayrılmış olan miktardan %13 oranında bir kesinti yapılacak. Bu yüzdelik oran düşük gibi görünse de ~$136.3 milyon euroya denk geliyor. Kültürden sorumlu Senatör Joe Chialo bu kesintiyi “çok keskin ve acımasız” olarak nitelendiriyor.
İzlandalı sanatçı ve müzisyen Björk, Centre Pompidou’da ses sanatçısı Aleph ve Institut de recherche et coordination acoustique/musique (IRCAM) ile Nature Manifesto adında üç boyutlu bir ses enstalasyonu üretti. Björk’ün sesini, nesli tükenmiş veya tehlike altındaki hayvanların çağrılarıyla birleştiren bu eser, biyolojik çeşitliliğin çöküşüne dikkat çekmek için güçlü bir çağrı niteliği taşıyor. Nature Manifesto’nun tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.
2.DOSYA
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır”
mı acaba?
Sizlere yine soft power, kültür politikası, müzenin araçlaştırılması gibi başlıklardan bahsedeceğim bir konuyla, merhaba diyorum. Aralık ayı podcastimize paralel ele aldığımız bu dosya konusunda, Ayça’nın da benim de severek izlediğimiz, DAHOMEY belgeseli ve bu belgeselin dokunduğu konular üzerine bazı yorumlarımı/zı sizlerle paylaşacağız.
Sizlere Tırnak İçinde başlığımız altında da önerdiğimiz ve yönetmenliğini Matt Diop’un yaptığı DAHOMEY filmi, aslında maddi kültürel varlıkların vatana dönüşünü merkezine alan, ancak alt metninde sömürgeciliği, dini, ulus kavramını, geçmişsizleştirilmeyi ve kültürsüzleştirilmeyi inceleyen çok katmanlı bir film.
Film, ismini ise bugün Benin Cumhuriyeti olarak bildiğimiz ancak 17. yüzyılda Dahomey Krallığı olarak bilinen topraklardan alıyor ve bu krallıktan kaçırılan 7000 eserden 26 tanesinin dönüş sürecini bizlere aktarıyor. Bu sürece eserlerin taşınmaları için hazırlanmaya ve kutulanmaya başladıkları ana dahil olarak başlıyoruz. Fransızca konuşan müze uzmanları, art handlerlar (Türkçe’de bu eser taşıma işi elleçleme gibi bir şekilde kullanılmaya başlandı ama benim içime sinmiyor hala bu kullanım), transfer personelleri ve Benin’den bir müze görevlisinin konuşma sesleriyle, eserleri görüyoruz. Sürece dışarıdan bakan bir göz gibi dahil olsak da bir noktada özellikle Kral Ghezo’nun kutulandığı kısımda, onunla birlikte karanlıkta kalıp iç sesini duymaya başlıyoruz ve o noktada kral bazı sorgulamalara başlıyor.
Eserlerin çalındıkları ülkelere iade süreçleri yeni başlayan bir trend değil aslında, ancak artık farklı bir çerçeve ile sunuluyor. Bu çerçeve ise yaldızlı ve parlak. Kolonize edilmiş ülkelere, kolonize eden ülkelerin “iyilik” yaptıkları ya da “hatalarını fark ettikleri” gibi bir intiba yaratarak çok büyük miktardaki eserlerden sadece bir avucunu geri verdikleri bir süreç. Bu çatışmanın ana kavramı olan kolonizasyon nedir diye googleladığımızda da karşımıza “bir ülkenin başka bir ülke üzerinde egemenlik kurarak o ülkenin maddi ve manevi kaynaklarını kendi yararına kullanacak şekle getirmesi” gibi bir tanım çıkıyor. Bunu çoğumuz biliyoruz ve bu durum insanlık tarihinde hep normalleştirilen bir şey olarak gösterildi, 18. yüzyıl sonrası imparatorlukların yıkılmaya başlaması ve ulus milletlerin ortaya çıkışıyla da bu olayın saçmalığı daha net konuşulmaya ve görülmeye başlandı
Daha önceki podcastlerimizde ve bültenlerde tekrar tekrar kullandığımız bir tanım olan soft power burada yine devreye giriyor. Kültürün bir soft power -yumuşak güç- aracı olarak kullanılması durumu yeni görülen bir şey değil. Ancak diplomasinin müzelerde kendini göstermesi, kültür politikası kavramlarına dahil olması ve uluslarası siyasetin müzelerin içine kadar girmesi durumu görece yeni sayılabilir. Avrupa ülkelerindeki ve Amerika’daki çalıntı eserler, işgalcilerin bir zamanlar işgal ettikleri topraklar üzerindeki güçlerini anımsatan, sahip olan kişinin-ulusun zenginliğini gösteren ve kendilerini bir şekilde soylu hissetmelerini sağlayan araçlar halini aldıktan sonra müzeler de bu suça ortaklık edip, bunların sergilenme mekanları yani bu şanın, görkemin ifade edildiği ve bu güçlerin sergilendiği mekanlar olmuştu.
Filmde de bu suç ortaklığını “bitiren” Fransa müzeleri, eserlerin anavatanlarına dönüşleriyle bir parça da olsa temize çıkıyorlar. En azından Benin eserlerinin bulunduğu müze diyelim. Belgeselin devamında, Abomey-Calavi Üniversitesi öğrencileri bu eserlerin dönüşleri üzerine çok demokratik, bilimsel ve zihin açıcı bir forum-tartışma süreci yürütüyorlar. Öğrencilerden bazıları “müze” kelimesine odaklanmanın en baştan bir hataya sebep olabileceğini, bu nesnelerin müzede sergilenmek için değil ritüeller için tapınma için yapıldığına ve dolayısıyla bir ruhu olduğuna dikkat çekiyorlar. Bazıları bunun kültürsüzleştirilmiş oldukları, kendi geçmişlerini öğrenemedikleri bir dönemin aklanmaya çalışması olarak ele alıyorlar. 7000 eserden 26’sının dönüşü gerçekten bir kutlama konusu olmalı mı? sorusunu soruyorlar.
Osmanlı döneminde Türkiye’den Avrupa’ya kaçırılan eserlerin varlığını bildiğimizden, bu konu bizlere çok da yabancı gelmiyor. Ancak biz kolonizasyona uğramaktan çok Batılı-Avrupalı üstünlüğünün vurgulanması için yapılan bir yağmadan mustaripiz. Bir de ulus kimliğimizin Türk olmak üzerine inşa edildiğini göz önünde bulundurunca, Yunan ve Roma dönemine ait eserlerin kaçırılmış oldukları gerçeği, kolonize edilen diğer ülkelerde yarattığı kadar büyük bir sansasyon yaratmıyor, sadece kültürel mirasla ya da sanatla ilgilenen insanların tasaları haline geliyor.
Filmi izlemeyi bir iç hesaplaşma ile bitiriyoruz. Biliyoruz ki Atlantik Okyanusu tarih boyunca birçok insanın ve nesnenin kendi rızası dışında yaptığı yolculuklara tanık oldu. Yerinden edilen insanların ve nesnelerin birçoğu maalesef geri dönemedi. Bu açıdan düşününce bu nesnelerin iade sürecinde gösterilen özen bize şüpheli görünüyor ve bir soru yaratıyor: Daha neler kaybedildi ve ne kadarı geri dönecek?
Dahomey’i daha farklı açılardan ele aldığımız Merak Kabineleri podcastin 6. bölümünü dinleyin:
3.TIRNAK İÇİNDE: FİLM ÖNERİSİ
Bu hafta Berlin Film Festivali'nden “Altın Ayı” ödülüyle dönen Mati Diop imzalı DAHOMEY’i tırnak içine alıyoruz. İsmini, Afrika kıtasının batısında, Benin Körfezi sahillerinde 17. yüzyıl sonlarından 1894 yılına kadar varlığını sürdüren Dahomey Krallığı'ndan alan film, 1892'de bu krallıktan Fransa'ya götürülen binlerce eserden 26'sının, yıllar sonra ait oldukları topraklara – yani günümüz Benin Cumhuriyeti'ne – dönüş sürecini ve burada nasıl karşılandığını etkileyici bir dille beyaz perdeye taşıyor.
“Bugün beni seçtiler ve beni 26 diye adlandırdılar (24,25,30 değil 26). Neden kendi ismimle çağırmıyorlar beni, bilmiyorlar mı ismimi? 26 evine geri git!”
Eve dönüş hikayesini Dahomey Kralı Ghezo’nun sesinden dinlemek için isterseniz film 13 Aralık’ta MUBI’de gösterime giriyor.
Dahomey’i çok merak ettim, izleyeceğim. 2022 yılında bir ara Objets Migrateurs (Göç nesneleri?) diye bir sergide rehber olarak çalışmıştım Marsilya’nın arkeoloji müzesinde. Tam bu konuya ayrılmış bir bölümü vardı serginin, çeşitli Afrika ülkelerinden getirilmiş eserlerin dini ve kültürel bağlamlarından koparılarak bir müze nesnesine dönüştürülmesi üzerinden kolonyalizm hakkında konuşurduk ziyaretçilerle. Serginin bunu tartışmaya açması güzel fakat bunu hala Avrupa’da ve bir müzede yapıyor olmamız çok riyakarca gelirdi. Aklıma bunu getirdi, ve ziyaretçilerin “ama iade edilseler onların bu eserlere iyi bakacak müzeleri bile yok ki” şeklindeki delice yorumlarını… Yine çok güzel bir sayı olmuş, ellere sağlık!