Merak Kabineleri #13
Gündem: Boğazın Birleştirici Gücü Gar-Kültür Sanat Projesi | Perspektif: Konuk yazarımız İrem soruyor: "Aktivizm sanatla dünyayı kurtarabilir mi?"| Yeni Kitap: Venedik Bienali’nde Türkiye:1895-2022

(Ortalama Okuma Süresi: 8-10 dk)
0.ÖZET
Yılın en uzun gecesinin ertesi gününden ve 2024’ün son bülteninden merhabalar,
Bu hafta gündemde sizler için güncel haberlerle birlikte çok yakında geride bırakacağımız 2024’e damgasını vuran Haydarpaşa ve Sirkeci garlarını kapsayan “Boğazın Birleştirici Gücü Gar-Kültür Sanat Projesi"ne biraz detaylı olarak yer verdik. İçerisinde bir çok kültür-sanat alanı, müze olacağı söylenen projeyi takipteyiz çünkü biliyoruz ki tarihi yapılara zorla dayatılan hafıza temizliğinin izleyiciye yansıması kaçınılmaz. Çünkü tutul(a)mayan hafızanın boşluğunda yeni yeni hikayeler kurulur. Dolayısıya soruyoruz, Boğazın birleştirici gücünün kaynağı ne ve bu güç gerçekte neleri birleştirecek?
Perspektif’i ise bağımsız küratör ve şu anda Amsterdam'da faaliyet gösteren @bensanattananlamamki turlarının kurucusu İrem Sezer Kalyoncu devralıyor. Ahmet Öğüt’ün Bakunin’s Baricade eseriyle ilgili gelişmeler üzerinden okuyucuları sanat, aktivizm ve hayat arasındaki ilişkiler üzerine düşünmeye davet ediyor.
Son olarak, önceki bültenlerimizde gündem bölümünde yer verdiğimiz Aynur Gürlemez Arı’nın doktora tezinden hazırlanan dumanı üzerinde tüten kitabını bu sefer de Tırnak İçine alıyoruz.
Umarım 2025 sağlık, barış, adalet, eşitlik, özgürlük, merak ve üretkenlikle dolu bir yıl olur.
1.GÜNDEM
2010 yılında çıkan yangında hasar gördükten sonra kullanıma kapatılan Haydarpaşa Garı’nın yeniden nasıl işlevlendirileceği yıllardır merak ve tartışma konusu. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy geçtiğimiz günlerde "Hem Haydarpaşa'da hem Sirkeci'de tren olacak, kültür ve sanat olacak, millet bahçesi olacak ama burada asla AVM ve otel olmayacak" demişti. TBMM’de Kültür ve Turizm Bakanlığın 2025 bütçesine ilişkin sunumu sırasında “Boğazın Birleştirici Gücü Gar-Kültür Sanat Projesi”nin içeriği hakkındaki açıklamalar yapan bakanın müzelere bakış açısı oldukça dikkat çekici: “Çünkü müzeler para öğüten sistemlerdir.”
Meraklısı için Haydarpaşa Dayanışması’nın faaliyetlerini özetleyen Haydarpaşa Garı Güncesi’yle birlikte 2010 Haydarpaşa Garı’nda 2018’de başlayan arkeoloji çalışmaları hakkında bir video.
Konda’nın 5-6 ve 12-13 Ekim tarihlerinde 6137 kişiyle görüşerek gerçekleştirdiği araştırma sonucuna göre Türkiye’deki müze ziyaretçilerinin oranı son 2 yılda % 154 oranında artarken, 2015 yılına kıyasla 12 puan artarak yüzde 3,6'dan yüzde 15,5'e yükseldi.
Kültür-sanat sektörünün kırılganlığı, genellikle güçlendirilmesi gereken bir mesele olmaktan ziyade adil olmayan ücretleri meşrulaştırmak için bir bahane olarak öne sürülüyor. Instagram fenomeni Trexitsalvador’un paylaşımlarına mobil ekranlarımızda kalp bırakıp geçsek de, AICA’nın sanat emekçilerinin çalışma şartlarını anlamaya yönelik anketinin sonuçları biraz kalp kırıcı, o yüzden izninizle mizaha sığınıyoruz.
Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi İstanbulmodern 20 yaşında! Kültür, sanat ve müzecilik alanlarındada katılımcı süreçlerin önemi ve buna duyulan ihtiyaca yapılan tüm vurgulara rağmen İstanbul Modern 20. yılını bir dizi video ile izleyicilerinin katılımı olmadan kutladı. Kültür Yöneticisi Emre Erbirer’in konuyla ilgili hislere tercüman Linkedin paylaşımı’nı aşağıya bırakıyoruz.
2.PERSPEKTİF
Aktivizm sanatla dünyayı kurtarabilir mi?
The Day After Tomorrow filmini ilk izlediğimde, insanların ısınmak için nadir kitapları bile yakmak zorunda oldukları bir sahne görmüştüm. Apokaliptik bir düzende sanatı nasıl yeniden hayal ettiğimizi ve sanata biçilen değerin günümüzde kutsallıkla eşdeğer olmasını sorgulamama sebep olmuştu. Özellikle son yıllarda hızla artan iklim eylemleri, her ne kadar tablolar zarar görmeden tasarlansa da, insanları dehşete düşürmekten geri kalmıyor ve bir anda toplumun kutsalına saplanmış bir hançer gibi karşılanıyor. Günümüzdeki sanat ve iklim aktivizmi tartışmalarını benzer şekilde hayati bir bağlamda düşündüğümde, kıymık gibi aklıma saplanmış o sahneyi bir türlü çıkaramıyorum.
Aktivizm söz konusu olunca sanatın kitleler tarafından kutsallaşatırılarak dokunulmaz algılanması sadece iklim eylemleri üzerinden değil, aynı zamanda politik eserler ve performanslarda da karşımıza çıkabiliyor. Bunu geniş bir çerçevede düşünmeme ve bu ilişkiyi yeniden sorgulamama sebep olan en güncel olay ise geçtiğimiz yaz Stedelijk Müzesi Amsterdam ve Ahmet Öğüt arasında gerçekleşti ve hala gerçekleşmeye devam ediyor.
Ukrayna - Rusya savaşında politik ve eleştirel bir duruş sergileyen Avrupa müzelerinin, Filistin soykırımı karşısındaki sessizliğini duymuşsunuzdur (ya da duymamışsınızdır). Haziran 2024’te üniversitelerde şiddetlenen Filistin protestoları sırasında bir grup aktivist, Stedelijk Müzesi’nin koleksiyonunda bulunan Ahmet Öğüt’e ait Bakunin’s Barricade işini, protestolar sırasında öğrencileri polis şiddetinden korumak için müzeden talep etti. Bakunin’s Barricade eserinin amacı, gerçek sanat eserlerini eylem barikatlarına koyarak sanatın dokunulmazlığını şiddeti durdurmak için bir koruma kalkanı olarak kullanmak. Bunu talep ederek aslında aktivistler, hem olanlara gözlerini kapayan müzeleri politik tartışmaların içine çekmiş oldu, hem de sanatı tekrar aktivizm tartışmalarının ortasına koydu.

Tahmin edersiniz ki, kontratta “talep edilirse verilmesi” üzerine bir madde bulunmasına rağmen müze bu barikatın kurulması için orijinal eserler yerine replikalarını vermeyi önerdi. Toplumsal meselelerde “eleştirel ve tartışmaya açık olma” vaatleriyle koleksiyona bu eseri alan müze tabi ki bu anın - hem de Filistin gibi “çetrefilli” bir mesele üzerinden - bir gün gerçekten geleceğini tahmin etmemişti. Olayların geçtiğimiz aylardaki gelişimini daha detaylı şu sıralar çıkan bir çok yazıdan takip edebilirsiniz. Önümüzdeki günlerde ise tartışmalar nasıl evrilecek izleyip göreceğiz.
Kısaca şu anda gelinen noktada Ahmet Öğüt, eserin gerçek amacına ulaşmaması sebebiyle kaldırılmasını talep eden bir bildiri yayınladı. Bunu yapmasının sebebi ise, müze akabinde gelen tartışmaları - politik kısımlarına değinmeden - “saydam” bir şekilde gündeme getirmek için Öğüt’ün işini tekrar sergilemeye başladı.
Sadece bugün değil, çok daha geniş bir zamanda kalıcı sonuçları olabilecek toplumsal ve doğayla ilişkili kritik konulara baktığımızda, sanatın dokunulmazlığını kullanmak da hayatta kalmak için bir çaba değil midir? Bir bakıma sanat eserleri, değerini insana dair olan meseleleri cesaretle ele alabilme, eleştiri ya da iyileştirebilme gücünden alıyor. Peki günümüzde neden sanatın yüksek statüsü, insanlıkla ilgili aslında çok daha dehşet verici şeyleri değiştirmeye yetmiyor ve günün sonunda aktivistlerin girişimleri toplum tarafından itici ve/veya makul olmadığı yönünde karşılanıyor? Ya da daha üzücü olan kısmı, gücü konuya ya da kimin için olduğuna göre mi değişiyor?
O barikatta kullanılacak bir Malevich eserinin yerine asla yenisini koyamayız. Fakat bu aktivist girişimleri, aynı apokaliptik bir düzende eser yakmak zorunda kalmak gibi, toplumsal aciliyet ve değişim gerektiren durumlarda bir hayatta kalma aracı olarak sanatın dokunulmazlığının kullanılması olarak yorumluyorum. Ve sanat, kültürel miras, politika ve aktivizm gibi çok katmanlı konuları düşünmeme rehavetinden beni kurtardığı için etkili buluyorum.
İrem Sezer Kalyoncu
3.TIRNAK İÇİNDE: Kitap Önerisi
Osmanlı’nın resim sanatıyla kendini gösterdiği ilk uluslararası etkinlik Paul Musurus’un 1862 Londra Evrensel Sergisi’ndeki temsili olarak karşımızda durmasına rağmen Osmanlı resim sanatı hakkındaki sanat tarihi yazımı, Londra’dan beş yıl sonra gerçekleşmiş olan 1867 Paris Evrensel Sergisi’ne odaklanır. Bu yazıma göre Osmanlı’nın resim sanatıyla yurt dışında katıldığı ilk sergi 1867 Paris Sergisi’dir ve temsil edilen ilk isimler Şeker Ahmed Paşa, Osman Hamdi Bey ile Hoca Ali Rıza’dır.
Venedik Bieanali’nde Türkiye 1895-2022
325 sayfa, 2024
“Salt, Türkiye'nin uluslararası sergilere katılımına odaklı araştırmaları kapsamında Venedik Bienali'nde Türkiye: 1895-2022 adlı e-yayını erişime açtı. Arşiv belgeleri ışığında Türkiye'nin Venedik Bienali'ne katılımını inceleyen yayın, sanat tarihçisi Aynur Gürlemez Arı'nın 2019'da sunduğu doktora tezi temel alınarak hazırlandı. 2017'deki bienal ile sonlanan doktora tezinin kapsamı, bu yayın için 2022'ye kadar genişletildi. Yayının editörlüğünü Vasıf Kortun, Sezin Romi ve Ezgi Yurteri üstlendi.
Venedik Bienali'nde Türkiye: 1895-2022, Türkiye'nin 1950'li yıllara kadar neden bienalde yer almadığını kültür, siyaset ve sanatın kesişiminde tarihsel bir perspektiften aktarıyor. Venedik Bienali Arşivleri'ni içeren Archivio Storico delle Arti Contemporanee (ASAC) bünyesindeki kaynaklardan yola çıkan yayın, Türkiye'nin Venedik Bienali'ndeki tüm ulusal sergilerini kurumlar, sergi düzenleyicileri, katılan sanatçılar ile sergilenen eserler üzerinden değerlendiriyor. 1950'ler ve 1960'larda sınırlı sayıdaki katılımdan günümüze uzanarak sürecin dönüşümüne dair kapsamlı bir bakış sunuyor.”